3 Mayıs 2013 Cuma

Neyimiz Kaldı Ortak Olan ?

      Ne kadar ayrıntılı düşünürsek o kadar mutsuz oluyoruz galiba. Biz küçükken kardeşimle bir şişme havuzumuz vardı. Paris, kardeşim ben terasta şişirip suyla doldururduk ve hoopp girerdik içine. Terasın yerleri yer yer çatlamış beton olduğundan bunu ne zaman yapsak alt kattaki teyzelerin evlerine su sızardı, onlar da önce apartmandan bağırır, sonra yukarı çıkıp bizi kovalarlardı. 3 çocuk girerdik o havuzun içine. Hani kutunun içinde şekerler olurdu ya nanelisi vardı, portakallısı vardı. Adı pin pon muydu neydi hatırlamıyorum. İşte o şekerleri önce içinde oynadığımız suya atar, sonra renklerini kaybedince yerdik. Hiç düşünmezdik ne kadar iğrenç bir şey yaptığımızı. Sağlıklı mı sağlıksız mı, mikrop kapar mıyız, başkası görse ne düşünür, dışarıdan salak gibi mi görünüyoruz ? Umurumuzda değildi. Umurumuzda olan tek şey eğlenmekti. Sıcak yaz günlerinde biraz serinlemekti. Öyle de olması gerekiyordu zaten. Çocuktuk biz, ne kadar salak olduğumuz, eğlenirken ne kadar gürültü yaptığımız, kahkahalar atarken insanların rahatsız olup olmaması önemli olmamalıydı zaten. Önemli olsa da kim takardı ki ? En fazla onlara da su sıçratıp kaçardık, hem onlar da serinlemiş olurdu. 


      İleride ne olacağını, ne olması gerektiğini düşünmeden eğlendiğimiz günlerdi. Ne güzeldi... Yeterince param var mı, iyi bir mesleğim olacak mı, iyi bir evliliğim olacak mı, başarılı olabilecek miyim... Bunlar yerine çok daha keyifli ve cevapları çok kolay olan sorular vardı. Akşam sokakta oynamaya çıkar mıyız, akşam ne yaptı annem acaba, sokakta ne oynasak, istop mu, lastik mi, 9 aylık mı, ebelemeç mi, saklambaç mı, yerden yüksek mi... Ne kolay sorular varmış önümüzde meğer. Şimdi ertesi gün için ne giyeceğimizi düşünmek bile zor. Çünkü tek derdimiz ne giydiğimiz değil. Yeterince güzel olacak mıyız, kilo aldık mı yakışır mı o elbise, sevgilimiz beğenecek mi, ne renk oje gider o elbiseye, bu ayakkabının topuğu rahatsız eder mi, en güzel olabilecek miyiz... Off amma soru yazdım değil mi ? Hiçbirine de anında cevap veremeyiz.

      Çocukluğun en güzel yanı arkadaşlıkların saydamlığıydı. İçiniz neyse dışınız da oydu. Kırıldığınızda parmaklarınızı çapraz yapardınız ve arkadaşınız küstüğünüzü, üzüldüğünüzü anlardı. Oyun oynarken falan bir şekilde, yine tek bir parmak hareketiyle barışırdık. Ne kırgınlığımızı anlatmak için tribe ya da sinsi laf sokmalara başvururduk, ne de barışmak için haftalarca beklerdik. En güzeli de küsme sebeplerimiz hiç ağır sözler, arkadan konuşma ve hatta arkadan bıçaklama, kazık atma falan değildi. "Benim ipim bu oynamana izin vermiyorum." dan "Siz dün pelinle oyun oynamışsınız beni çağırmamışsınız, birbirinize kalp anahtarlık vermişsiniz." e kadar ne kadar basitleştirebilirseniz artık. Çok mu sinirlendik ? Gidip saçına yapıştığımız gibi bütün sinirimizi çıkarırdık, böylece kin de duymazdık. Ama şimdi 
"O bana ne demek istedi öyle, laf mı soktu ya?!"
 "Ben o yaptıklarını hak etmemiştim, dost dediğin bunu yapmaz."
 "Yaptığı resmen kaşarlık."  gibi şeyler söylüyoruz birbirimizin arkasından. İçimizdeki kin büyüdükçe büyüyor. Çocukluğumuzdaki gibi açık açık söylesek "Sen bana ne demek istedin orada ya kafama takıldı?" ya da "Dün yeşimle çıkmışsınız bana haber vermemişsiniz." diye adımız paranoyak, takıntılı ya da kıskanç diye kalabilir. Üstüne üstlük arkadaşınız sizinle ilgili bu sıfatları sadece düşünmez, ya da sadece size söylemez. Çevrenizdeki başka arkadaşlarla sizin hakkınızda gayet rahat konuşabilir, çok pis dedikodu malzemesi olursunuz valla.

      Biz küçükken mahalle minik bir arsa vardı. Orada bir amca tavuklar yetiştirirdi. Yıllar sonra aldı tavukları da gitti. Orası bomboş kaldı. Biz de mahalle çocukları olarak orayı kendimize oyun parkı yapmaya karar verdik. önce malzemeler topladık, sonra planlar yaptık, neler yapabileceğimizi tasarladık. Yapmaya başladık ama akşam ezanı çoktan okunmuş, biz de yorgunluktan ölmüştük. Tabi park falan yapamadık. Ne malzeme topladık ve neler yapabildik hatırlamıyorum. ama bitirememiş olmamız hiç önemli değildi. Bütün gün o parkı yapacağız diye o kadar uğraşmıştık ki, o heyecan bile bize yetmişti. Şimdi çocuklar internetten sanal parklar yapıyor. Neyse konumuz bu değil. Konumuz şimdi bizim ne yaptığımız. Biz belki yıllardır parka gitmedik. Eski Türk filmlerindeki gibi geniş salıncaklar artık yok, bütün salıncaklar çocuklar için plastikten yapılmış. Bizim çocukluğumuzdaki gibi sağlam metaller ve ahşaplardan salıncaklar da yok. Bizim ancak lunaparka gitmemiz söz konusu olabilir, ona da üşeniyor muyuz ne oluyor bilmiyorum. 

      Sınıflamalar yapmıyorduk küçükken. Hepimiz insandık işte. Kızlar futbol oynayabiliyor, erkekler de ip atlayabiliyordu. Şimdi çok saçma yakıştırmalar yapıyoruz. Çok rahat giyinirdik küçükken. Kışın pantolon, yazın elbise, sokağa oynamaya çıkarken de şort. Şimdi biraz o şort kısa kaçsa cinsel taciz için suç duyurusunda bulunmaya ramak kalıyor. Onlar abaza sınıfı. Apaçi diye bir sınıflandırma yaptık, ki onlar da ayrı bir sınıf olmanın hakkını çok güzel verdi, dışladık onları. Krolar var, bir de onların kız versiyonu paçozlar var.  Özentiler var bir de, direk dışlanıyorlar. Küçükken sadece oyun oynarken önemli olan müzikler şimdi hepimizi sınıflara ayırdı. Jazz ya da alternatif dinleyen birini arabesk dinleyen biriyle takılırken düşünebiliyor musunuz ? Ben düşünemiyorum. Hatta şu an inancımıza göre bile ayrılıyoruz. Ayrılmamamız gereken belki tek ve en önemli şey olan dini inançta bile ayırmaya çalışıyorlar bizi. Düşünüyorum da, neyimiz kaldı ortak olan ? 

2 yorum:

  1. Yazılarını okumaya bayılıyorum senin canım ya.Kesinlikle duygularıma tercüman oluyorsun çoğu zaman.Evet küçükken içimizde birşey tutmaz söylerdik çekinmeden,başkalarını düşünürdük.Şimdi ise hiçbirşey aynı değil.Evet ne var ortak olan?hiçbirşey.Anılar kaldı birtek sanırım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tuana yorumun beni çokk mutlu etti :) Haklısın sadece anılar var..

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...