24 Şubat 2016 Çarşamba

Aynada En Güçlü Yüzümü Göreceğim

Bana bir daha "zayıfsın, ayy sen ne kadar zayıflamışsın, solgunsun" diyen olursa o tartıyı kafasına atacağım. Çocukluğumdan beri "hasta gibi, kemik torbası, çok zayıf, kemikleri sayılıyor" betimlemelerinden o kadar sıkıldım ki...yedim. Arkadaşlarımın yanında en çok yemek yiyen ben oldum. Hatta "Moira yeter mi o sana, Moira yer yer sen doldur tabağı" falan dediler. İstanbul'la nerede ne yeriz araştırmaları, haydi yeni bir yerde yemek yiyelim buluşmalarımız var. Artık midem o kadar büyüdü ki, normal insanların yedikleriyle doymuyorum.

1.69 boya 55 kiloyum. Aslında dışarıdan süper işte, normal gibi görünebilir. Ama ben kendi genetiğimi biliyorum. Zayıfsın diyenlere de o yüzden kızıyorum zaten. Ananem 116 kilo ve ne kadar zayıfladım ahaha diyerek mutlu oluyor. Annem gençliğinde benim yaşımda 45 kilo olmasına rağmen şu an 70 kiloyu aşmış durumda. Ve biz armut tip vücuda sahibiz. Yani üst kısımlarımız zayıf kalsa da her zaman ayvadan karpuza göbek yapma kapasitesi var ve ne yersek popoya gidiyor, basene gidiyor. Selülitleri gördükçe oha bu bacaklar bu popo benim mi diyorum. Hep manken gibiyken şimdi bikini giyince selülitler görünecek diye düşünüyorum.

Her gün yoga ve egzersiz yapıyorum. Her zorlandığım squat kalkışında bana zayıfsın diyenlere saydırıyorum içimden. Akşamları cips yerken suçlu hissetmek nedir daha yeni öğrendim :'((((( Yağı biraz azaltsam mı, bu latte baya şekerli sanki...


Hala iş bulamadım, aslında en son yaşadığım hayal kırıklığından sonra iş bakmaya cesaret de edemedim. Evde olmak, rahat olmak yavaş yavaş sevdiğim bir şey haline geldi ve beni resmen ele geçirdi. Hayatım boyunca çok çalıştım, çok uğraştım. Şu an resmen ev hanımı gibiyim. Annem çalışıyor, yoruluyor diye evin temizliğini ve yemeği tamamen devraldım. Spor ve meditasyon yapıyorum, dizi ve film izliyorum. Hala hayallerim var, hala mesleğimi yapmak istiyorum. Ama şu anki durumumdan da baya rahatım. Keşke babamın parası olsaydı da biraz da içim rahat olsaydı ama içim hiç rahat değil. Artık çalışmak ve para kazanmak zorundayım ki tatile gidebileyim. Annemi konsere bile götüremedim... Gerçekten çok üzüldüm.

Bundan sonrası kısmet diyorum. Hayatın getirdikleriyle doğal bir şekilde mücadele edeceğim artık. Ve hayat çok kirli oynamadığı sürece ben de mücadeleme mutlu bir şekilde devam edeceğim. Hayatın aslında bu mücadelelerle dolu olduğunun bilincinde olacağım. Çünkü hayat inanılmaz güzel anlarla dolu, İstanbul'un dizine yattığım an hissettiklerim gibi. İstanbul'un elini sıkıca tutup, aileme en mutlu yüzümü döneceğim. En önemlisi de aynada en güçlü yüzümü göreceğim.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Ölmeye İçiyorum Ben

İşe alınmadım. Neden alınmadığımı açıkçası bilemiyorum. Belki ingilizcem çok iyi cevabını veremediğimden, belki okulu 5 yılda bitirdiğimden, belki 3 yıl sonra evlenme planım olduğundan, belki de sadece tecrübesiz olduğumdan... Ama gerçekten çok üzüldüm. Annemi Andre Rieu konserine götürecektim eğer işe girseydim. Çok uzun zamandır gitmek istiyordu ama pahalı olduğundan gitmiyordu. 12 Mart'ta yine İstanbul'da konser verecek ve ben annemi götürmeye kararlıydım. Ama kararlı olmak yetmiyor maalesef. Para da lazım.

Bu yaz İstanbul'la yapacağımız yurtdışı tatili için de paraya ihtiyacım var. Aslında şu an herhangi bir arkadaşımla bile buluşamıyorum. Hatta kendime şampuan bile alamıyorum. Annemin İpek şampuanından kullanıyorum. Ama size şunu söyleyeyim, saç dökülmemi o kadar azalttı ki o şampuan. İçinde ne paraben var ne de silikon.

Parasızlığı bu kadar umursamamalıyım. Şu an Moviemax Oscars kanalında The Salt Of The Earth diye bir belgesel var. Sebastiao Salgado diye muhteşem ötesi bir fotoğrafçının hayatının belgeselini yapmışlar. Fotoğrafçının kendisi de oynuyor belgeselde. İlk defa bu belgeselle tanıdım kendisini ama dünyayı, insanın iğrençliğini, açlıktan ölen çocukları fotoğraflarıyla o kadar güzel anlatmış ki... Tek bir fotoğrafına dakikalarca bakıp ağlayabilirsiniz. İzledikçe kendime üzülmek bencillik gibi geliyor, sonuçta insanlar açlıktan ölüyorlar.

***
***

28 Ocak'ta doğum günümdü. Babam bana "Adalet Yoksa Gelecek de Yok" diye bir kitap almış, ilk sayfasına da benim için kendi sözlerinden bir dörtlük yazmış;

"Yavrum sen hep mutlu ol,
 Yarından umutlu ol.
 Taviz verme zalime,
 Mazlumun yanında ol."

Canım babam, ne kadar ince bir davranış. Babama haksızlık yaptığımı düşündüm ona kızmakla. Sonra da kendi kendime her şeyin yeri ayrı, bir hediye yıllarca yaptığı hataları, yaşattığı travmaları gidermez dedim. Sonra kardeşimle birlikte babamla buluştuk. İstiklal Caddesi'nde bir araya oturduk. Oturalı daha 5 dk bile olmamıştı ki babam Tayyip'e saydırmaya başladı. Şerefsiz falan dedi. Valla ben de kendisinden nefret ederim, benim için hiç sorun değil ama babam kardeşimin de ona oy verdiğini biliyor ve resmen laf sokmak için konu açıyor. Kardeşim de güldü "Ama biraz önce ne kadar işe yaradığından bahsettiğimiz metroları da onlar yaptı." dedi. Baba oğul arasında olabilecek bir sohbet gibi ilerlemesi gerekirken babam abarttı. Sesinin volümünü sertleştirdi ve yükseltti. O parayı kerizlerden aldıklarını, hepimizin keriz olduğunu ama ona oy verenlerin daha da keriz olduğunu, köpeklere anlatsan gerçekleri anlayacaklarını ama Akp'ye oy verenlerin anlamayacaklarını, yani köpekten beter olduklarını falan söyledi. Kardeşim baya alttan almaya çalıştı. Demokratik bir ülkede yaşadığımızı, istediğine oy verebileceğini ve böyle konuşmaması gerektiğini anlatmaya çalıştı. Ama babam o kadar sesini yükselterek ve diklenerek konuşuyordu ki "Baba bağırma." diye bağırmak zorunda kaldım. 30-40 dk arası oturabildik. Kardeşime harçlık verirken bana da 100 TL uzattı "Zor durumda kalmayacaksın değil mi baba? Paran yoksa verme." dedim. Baya acıklı bir ses tonuyla "Yok ben idare etmeye çalışırım." dedi. Harçlık aldığımıza pişman olduk resmen, bir suçluluk duydum ki sormayın. Kardeşim "Kalkalım mı ben üşüdüm." dedi. Kalktık. İstiklal'i sessiz ve kızgın bir şekilde yürürken babam baya kötü bir şekilde öksürdü. "Çok kötü öksürüyorsun baba. Hastasın, neden hala sigara içiyorsun?" dedikçe babam saçma sapan baş hareketleri yaptı ve "Ölmeye içiyorum ben." dedi. Sustum. Çok kızgındım.

O günden beri aramadık birbirimizi. Biraz önce aradım, soğuk bir sesle konuştu benimle. Zaten doğru düzgün görüşemiyoruz, görüştüğümüzü de berbat ediyorsun. Sonra hem aramıyorsun, hem arayınca soğuk konuşuyorsun. Gerçekten diyecek bir şey yok. Artık yapmak zorunda olduğum için birkaç günde bir arayacağım, gerisini düşünmeyeceğim. 

12 Şubat 2016 Cuma

Mutluluk Öğrenilir

Bir yandan dün görüşmeye gittiğim hukuk bürosundan telefon beklerken, diğer yandan kısmetse olur izliyorum. 

Güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim canlar. Dün gittiğim aslında ikinci görüşmeydi. İlk görüşmemizi geçen hafta yapmıştık B. hanımla. İstanbul barosunun sitesinde iş ilanını gördüğüm andan beri inanılmaz bir pozitif enerji aldım ve başvurdum. Başvururken annem de yanımdaydı ve içimden şans getirmesini diledim. Besmele çekerek gönderdim Cv'mi. Ertesi gün telefonumda 3 tane cevapsız arama vardı. Önceki gün B. hanımın bürosuyla birlikte birkaç yere daha Cv göndermiştim ama cevapsız aramaları görünce kalbimden tek geçen B. hanımdı. Neden bilmiyorum çok pozitif geldi. En önemli sebep kadın olmasıydı aslında. Cevapsız aramalara geri döndüm, gerçekten de B. hanımın sekreteri arıyordu. Yanımda İstanbul vardı, içimden "lütfen bugün çağırmayın, yarın 12 deseniz ne güzel olur." diyordum ki, telefondaki kız "Yarın 12 uygun mu sizin için?" dedi. Oha, kalbimden geçen her şey oluyor diye düşünerek "Tabii, uygun." dedim. Ertesi gün görüşme saatinden 20 dk önceden oradaydım. Metroyla 20 dk, metrodan indikten sonra 10 dk yürüme mesafesindeydi ve plazalardaydı. Gidene kadar bir sürü iş yeri ve güvenlik görevlisinin önünden geçtim ki bu da baya pozitif benim için. B. hanımla görüşmeye çok pozitif bir şekilde girdim. İnanın kalbimden ne geçiyorsa onu söyledi. Kadın resmen "İstanbul'da çalışmak, hele ki avukatlık kadın için çok zor. Biz de zaten burada kızlar yurdu gibiyiz." dedi. Ben de "Ben de aynen sizin gibi düşünüyorum gerçekten çok zor, özellikle kadınlarla çalışmak istiyorum. Sizi de ofisinizi de çok sevdim." dedim. Baya baya iyi anlaşık. B. hanım "İş kanununda işçinin ne hakkı varsa biz veririz, sigortan da tam maaşın üzerinden yatar, asgariden değil, hakkını alırsın burada." dedi. İçimden "Allah'ım sana geliyorum!" derken, pozitif tavrım da bir o kadar arttı. B. hanım beni çok sevdiğini, görüşünün tamamen olumlu olduğunu, ikinci görüşmeye beni de kesinlikle çağıracağını söyledi. O kadar mutlu çıktım ki anlatamam.

Dün ikinci görüşmeye gittim. Eşiyle birlikte çalıştıkları için bir de eşinin de olduğu üçlü bir mülakat yapmamız gerekiyordu. Pozitif tavrımı ne kadar korumaya çalışsam da eşi o kadar soğuktu ki biraz zorlandım. İş görüşmelerinde kendini iyi pazarlama yeteneği vardır ya, bende o yok sanırım. Ya da modum düşmeye çok meyilli bilemiyorum. Ama gerçekten korktum biraz. Yine de buranın olmasını çok istiyorum. Bana perşembe akşamı haber vereceklerini söylemişlerdi ama kimse aramadı... Acaba yarın mı arayacaklar yoksa beni almadılar mı ?

Neden burayı bu kadar istiyorum? Çünkü burada sadece kadınlar çalışıyor. Ben erkeklerle çalışmak istemiyorum. İstanbul'da Beyoğlu'nda büyüdüm ve fazlasıyla temkinli yaşıyorum. İş görüşmelerinde avukatlar tarafından tacize uğrayan çok arkadaşım oldu. Ben de gittiğim bir görüşmede sözle tacize uğradım. O hukuk bürosunun adını da avukatın adını da burada yazacağım, ona özel bir yazı hazırlayacağım. Hatta sizden de repost yapmanızı rica edeceğim. Çünkü rezil olmalarını istiyorum. O hukuk bürosu Google da arandığında, meslektaşlarını bile taciz ettiklerini insanların bilmesini istiyorum. Başka genç avukatlar hayal kırıklığına uğramasın, müvekkiller de sapık avukatlarla çok ahlaklı sanıp anlaşmasınlar...

Fazla muhafazakar ya da dışarı kapalı göründüğümün farkındayım ama yaşadıklarım, gördüklerim beni fazla temkinli hale getirdi. Yavşaklık en tiksindiğim şey. İşte bu yüzden bu büroyu çok istiyorum. Madem bir yerde çalışacağım böyle tatlı bir kadın avukatla çalışmak isterim. Hem residance içinde olduğundan güvenlikli bir bina... Tek endişem B. hanımın eşinin tersliği. Ama dediğim gibi, yavşaklıktansa soğukluğu tercih ederim.:)

***

Annem "Mutlu olmak öğrenilir." demişti. İlk duyduğumda çok saçma gelmişti. İnsan mutlu olur ya da olmaz diye düşünüyordum. Ama öyle değilmiş. Mutlu olduğun insanla, mutlu olduğun ortamda yaşıyor bile olsan, mutlu olduğun bir yerde çalışıyor bile olsan, o mutluluk hissi azalabilir. Bazen hayatımızda gerçekten her şey tam olur ama içten içe o kadar üzgün ve bıkkın oluruz ki şükretmeyi unuturuz. İşte mutlu olma sanatı buradan başlıyor. Sahip olduklarının farkına varmak, şükretmek, gerekirse mutluluk maskesi takmak. İşte bunları yaptığımda birkaç dakika sonra gerçekten mutlu olabiliyorum. Çünkü beynimizi yönlendirebiliriz. Yani en azından kronik mutsuzluğu bir nebze yendim gibi gibi.

Bu ara Prag'la inanılmaz iyi anlaşıyoruz, baya fazla vakit geçiriyoruz. O da pozitif enerjinin gücüne inanan bir insan ve modum düştüğü zaman yükseltebiliyor. Hatta pozitif enerji topları gönderiyor evrene o derece. Metin Hara diye bir yazarın "Yol" diye bir kitabı var, onda varmış o enerji topları. Neyse, artık pozitif düşünen mutlu bir insanım. Sanırım öğreniyorum yavaştan.

10 Şubat 2016 Çarşamba

Pozitif Enerji !!!

Canlar, şu an bir hukuk bürosundayım, iş görüşmesi için bekliyorum. Haydi pozitifleri alayım :) ♡ ♡ ♡
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...