11 Aralık 2020 Cuma

Korkular

İnsan çok üzücü şeyler yaşadığında korkular ve anksiyete ciddi anlamda azalıyor. Neden, aslında tam tersi olması gerekmez mi? Sonuçta kötü şeylerin bizim de başımıza gelebileceği yüzümüze acımasızca çarpmış olmuyor mu? Şöyle bir düşününce, lise hayatım ve dedemin ölümünden sonraki dönem hayatımda anksiyeteyi en az yaşadığım dönemlerdi. Lisede babamın uyuşturucu zulasını bularak evde bir yıkıma sebep olmuş, babamı yalnızlığa mahkum etmiş ve kardeşime, sonraki hayatında ciddi öfke problemlerine sebep olacak bir travma yaşatmıştım. Bunu anlatırken bile babamın hatalarını kendim üstlendim değil mi? Lisede tüm bu olaylardan sonra kaybedecek bir şeyim kalmadığını düşünüyordum. Evimiz dağılmış, babam bizi geri kazanmaya çalışmamış, hatta açıkça sorulduğunda bile uyuşturucuyu tercih etmişti. Babamı bir nevi kaybetmiştim. Çıktı gitti. Bu hüzünden ve zorluktan sonra lise hayatım çok eğlenceli geçti. Sonra İstanbul'u tanıdım, aşık oldum. Eğer aşık olduysanız aynı anda en güzel ve en korkutucu duygu olduğunu bilirsiniz. Harikadır, dünyanın en muhteşem şeyine sahip olmuşsunuzdur ve dünyanın en harika, sizi en çok anlayan insanıyla her şeyi yapabilirsiniz, her yere gidebilirsiniz. Dünyada her şeyi keşfetmek istersiniz, her şey mümkündür artık, gelecek günlerin harikalığı için umut ve heyecanla dolup taşarsınız. Sonra bu hisse, o harika insana o kadar alışırsınız ki, bir korku başlar. Kaybetme korkusu. Ben ne yaptım diye sorarsınız, nasıl yaparım bunu, şimdi ne olacak? Terk ederse, bir şey olursa, neyse dersiniz Allah korusun, olmayacak öyle şeyler. Bu noktada çoğu insan hayatına devam eder. Peki edemeyenler?

Ben bir süre ettim, anlatamam o duyguyu. Hayatta ben İstanbul'la olduktan sonra gerisi vız gelir, tırıs gider. Öyle bir mutluluk. Ve ardından gelen şiddetli anksiyete. Hata yapma korkusu, terk edilme korkusu, kaybetme korkusu. Benim anksiyetemin bir yeteneği var, belki sizinkinin de vardır. Aşırı inandırıcı. Kendimi kaybediyorum onu dinlerken bazen. O kadar inanıyorum ki tüm felaketlere, bir de kanıtlar sunuyor bana. Sana biri şöyle demişti hatırlamıyor musun diyor, yaa işte bak, o bir işaretti diyor. Şimdi okurken bana kızıyorsunuz belki, dışarıdan bakınca o sesi dinlememek kolay görünüyordur eminim, ama değil işte. Diyorum ya, çok inandırıcı. 

Üniversitede bu sorunlara rağmen ilişkim de hayatım da güzelce gidiyordu ama ara ara krizler eşliğinde. Psikolog ziyaretleri, antidepresan denemeleri. Psikiyatristler tarafından yazılmış kendine yardım kitapları okuma... Sonra benim dağ gibi dedem vefat etti. Sigara, alkol kullanmayan, sürekli yürüyüşlere çıkan dedem kalp krizi geçirdi. Çok zordu bununla baş etmek. Ölü bir insana sarılacaksın, öpeceksin, onunla konuşacaksın deseler hayatta inanmazdım. Ama insan yapabiliyormuş işte. İlk şoku atlattıktan ve bir süre yas tuttuktan sonra şunu fark ettim, anksiyete yok olmuştu. Sanırım beynim gerçek bir üzüntü ile karşılaşınca endişe yaratmamıştı. Belki de yaratmaya ihtiyaç duymamıştı. Neden acaba? Yani beynin bir hüzün kapasitesi yok sonuçta, hem sessizce oturup düşündüğüm ve endişelerimin açığa çıkması için fırsat olan bir sürü an olmuştu. Ama sanırım sebep şuydu, gerek yoktu. Zaten güvenli bölgemdeydim, hüzünlüydüm. Üzgün, süzgün, dertli, kulaklığımdaki müzik eşliğimde kimliğine büründüğüm uzaklara bakan kişi olabilmiştim. Beynimin artık beni dertlendirmeye ihtiyacı yoktu.

Psikoloji çok ilginç. Şiddet uygulayan babaların kızlarının, kendilerini yine şiddet uygulayan eşlerin yanında bulmaları tesadüf değil. O çok meşhur "kader motifi" sözü maalesef ki doğru. Her ne kadar mantıklı bir insan, ben neden şiddeti veya hüznü güvenli göreyim ki" diyebilir. Bunun cevabı beynimizin kıvrımlarında saklanan alışkanlıklarımızda. Biz farkında olmadan bizi yönlendiren alışkanlıklarımız için, rahat olduğumuz, tanıdığımız o alan daha bilindik, daha güvenli. Güvenli bölgemizden çıkmak ve alışkanlıklarımızı değiştirmek zorundayız. Yapmaya çalışıyorum, aklıma korkularım geldiğinde inadına gülümseyip mutlu olduğum şeylere odaklanmaya çalışıyorum. Eğer o korkunun arkasından yürümeye her zaman yaptığım gibi devam edersem alışkanlık zincirimi kıramam. Ben artık beynime, aklıma korkularım geldiğinde bile gülümseyip gerçekten mutlu detaylara odaklanma alışkanlığı kazanmayı öğretmeye çalışıyorum. Okuduğum kitaplardan, beynimizin kurduğu iletim ağlarının tamamen yenilenebileceğini öğrendim. Yani şöyle, devamlı olarak belirli düşünce kalıplarını tekrarlayan beyin artık bunu alışkanlık haline getiriyor. Zaten endişeler de böyle oluşuyor aslında, üstüne gittikçe beslediğimiz korkular ve devamında düşündüğümüz felaket senaryoları tekrarlanıyor kafamızda. Artık normalimiz o oluyor. İşte ben beynime en baştan daha temiz ağlar kurmak istiyorum. Korkak Moira'ya sarılmak ve sakin olmasını söylemek, onlar sadece korkuların, gerçekliğin değil demek istiyorum. Bana inanmasını istiyorum.

4 yorum:

  1. seni her okuyuşumda son zamanlarda dinlediğim Ayça Şen Başkan prgramı
    geliyor aklıma. ikiniz de içinizde bulunan anksiyeteyi cesurca ortaya koyuyor.
    istersen sen de dinle bir ara..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. pelinpembesi,

      Çok teşekkürler :) Bakacağım kesinlikle. Yazdıkça yolunu buluyorum sanırım..

      Sil
  2. Yazdığın son kısımda yatıyor her şey.
    Ben sana inanıyorum onun da inanacağına, öyle ya da böyle, eminim.

    YanıtlaSil
  3. Çok samimi, açık gerçekliğin yazıya dökülmüşlüğü. İnsan karmaşık bir sistem. İtmek istediklerimiz bizi içine alarak yönetiyor. Sorunun özü zincirleri kırmak, başarabildiğinde kader motifinin şekli bozuluyor ve gelecek nesli de etkilemesi yüksek olasılıklı yeni bir zincir kuruluyor.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...