İnsan çok üzücü şeyler yaşadığında korkular ve anksiyete ciddi anlamda azalıyor. Neden, aslında tam tersi olması gerekmez mi? Sonuçta kötü şeylerin bizim de başımıza gelebileceği yüzümüze acımasızca çarpmış olmuyor mu? Şöyle bir düşününce, lise hayatım ve dedemin ölümünden sonraki dönem hayatımda anksiyeteyi en az yaşadığım dönemlerdi. Lisede babamın uyuşturucu zulasını bularak evde bir yıkıma sebep olmuş, babamı yalnızlığa mahkum etmiş ve kardeşime, sonraki hayatında ciddi öfke problemlerine sebep olacak bir travma yaşatmıştım. Bunu anlatırken bile babamın hatalarını kendim üstlendim değil mi? Lisede tüm bu olaylardan sonra kaybedecek bir şeyim kalmadığını düşünüyordum. Evimiz dağılmış, babam bizi geri kazanmaya çalışmamış, hatta açıkça sorulduğunda bile uyuşturucuyu tercih etmişti. Babamı bir nevi kaybetmiştim. Çıktı gitti. Bu hüzünden ve zorluktan sonra lise hayatım çok eğlenceli geçti. Sonra İstanbul'u tanıdım, aşık oldum. Eğer aşık olduysanız aynı anda en güzel ve en korkutucu duygu olduğunu bilirsiniz. Harikadır, dünyanın en muhteşem şeyine sahip olmuşsunuzdur ve dünyanın en harika, sizi en çok anlayan insanıyla her şeyi yapabilirsiniz, her yere gidebilirsiniz. Dünyada her şeyi keşfetmek istersiniz, her şey mümkündür artık, gelecek günlerin harikalığı için umut ve heyecanla dolup taşarsınız. Sonra bu hisse, o harika insana o kadar alışırsınız ki, bir korku başlar. Kaybetme korkusu. Ben ne yaptım diye sorarsınız, nasıl yaparım bunu, şimdi ne olacak? Terk ederse, bir şey olursa, neyse dersiniz Allah korusun, olmayacak öyle şeyler. Bu noktada çoğu insan hayatına devam eder. Peki edemeyenler?
11 Aralık 2020 Cuma
Korkular
31 Ekim 2020 Cumartesi
Ben Nasıl Mutlu Olunacağını Unuttum - Hayatı Kendime Nasıl Zehir Ediyorum #6
16 Eylül 2020 Çarşamba
Karantina
Mart ayından itibaren evde geçirdiğim bu dönem benim için hayatımın en yoğun duygularını yaşadığım dönemiydi. 2 ay annem ve kardeşimle evde kalmak bir noktada çekilmez hale gelmeye başladı, sebebi ise benim bir odam olmamasıydı. Artık cidden hapiste gibi hissediyordum.
Psikologum seanslarını online yapmaya başladığı için psikolojik olarak işler iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı. Ben zaten evde rahat değilim bir de üstüne evde annem ve kardeşim varken psikologla konuşmak mı?
Bu süreç böyle devam ederken en sonunda kendimi karantinadan çıkardım ve İstanbul ile görüşmeye başladık. Bana o kadar iyi geldi ki onda vakit geçirmek... İstanbul benim sadece sevgilim değil, manevi psikologum aynı zamanda. O kadar kilit noktalarda sorun çözmeyi başarıyor ki bazen, yine ona danıştım. Sorunum ile ilgili konuşurken bana söylediği bir cümle, uzun süredir hatta yıllardır kendime söylemeye korktuğum birşeydi. Ara ara aklıma geliyordu, rüyama giriyordu ama açıkçası ben görmezden geliyordum. O günden sonra psikologumla seanslara artık devam etmemeye karar verdim. Psikologum gerçekten bana kendimi tedavi etmeyi öğretti, onun hakkını asla ödeyemem. Ama her seans kendi kendime ilerlemekten çok yorulmuştum. Ben sorup ben cevaplıyordum. Her hafta ne konuşacağımı, o hafta hissettiklerimi ve rüyalarımı yazıp yorumlamak inanılmaz yorucu hale gelmeye başlamıştı. Çünkü mesela tam iyi hissediyorum, iki gün sonra seans var, seansta ben konuşmazsam psikologum da ben konuşana kadar bekliyor. Dolayısıyla iyi hissettiğim bir gün bile seansta ne anlatacağımı düşünmek endişelerimi tekrar hatırlamama sebep oluyordu. Neyse ben sonuç olarak seanslara ara vermeye karar verdim. Son bir seans yapıyorduk ki, o son seansta İstanbul’la konuşurken yaptığımız çıkarım üstünden içimi dökmeye başlayınca, o kendime söylemeye korktuğum şeyleri söyleyince, nasıl bir şeydi anlatamam ama her şey birbirine bağlanmış gibi hissettim. Bir an susup kalakaldım, psikologum da gülümseyip çözdünüz işte dedi. O andan sonra birşeyler kolaylaştı. Kendime nasıl telkin vermem gerektiğini öğrenmiştim çünkü asıl korktuğum şeyi anlamıştım. İçimdeki o çocuk kalan, kendini suçlayan, her şeyden korkan Moira’ya bir şeyler öğretebiliyordum, güvenini kazanabiliyordum.
İstanbul’da çok sık kaldığımdan ve psikolojik olarak da biraz rahatladığımdan hapisten çıkmış gibi hissettim. Bir de artık ayda yüklü bir meblağı psikoloğa vermeyeceğim için araba kredisi ödeyebilecektim. Bu da beni çok mutlu ediyordu. Çok şükür ki evde geçirdiğim kalan 4 ay bu nedenle çok daha rahat bir kafayla geçti. Tabi ara ara yeni endişeler, eski endişelerin güncellenmiş ve gelişmiş versiyonları gelip bana türlü türlü anksiyete atakları yaşatmadı değil. Ama elimden geleni yapıyorum. Hayatımda hiçbir dönem aynı anda bu kadar zor ve bu kadar keyifli geçmemişti.
Tüm bu süreçlerde okuyup destek verdiğiniz, yorumlarınızla ve maillerinizle yalnız olmadığımı hissettirdiğiniz için çok teşekkür ederim. İyi ki burası var, sizler varsınız.
10 Eylül 2020 Perşembe
6 Ay Boyunca Evden Çalışmak Mı?
Çocuğunuz süt sevmiyor mu? Sütü Sevdirecek harika bir tarifim var!
Dün bir arkadaşıma çaya davetliydim. Öğleden sonra olduğu için çocukları evdeydi. Ben de giderken onların sevebileceği lezzetli bir şeyler almak istedim. Ufak tefek atıştırmalık yiyeceklerin yanında marketten en sevdiğim markanın ambalajlı sütünü aldım. Süt, bizim evde çok tüketildiği için artık her alışverişlerimde sanırım hiç düşünmeden sepete ekliyorum.
Evlerine gittiğimde arkadaşım torbaları boşaltırken sütleri kendime aldığımı sanınca biraz şaşırdım. Meğer çocukları süt “sevmezmiş”. Benim düşünceme göre, çocuklar bir gıdayı, bir yiyeceği sevmediğinde bu gerçek fikir değil, bir etkilenme veya zorlanma sonucu oluyor. Yani çocuğu yemesi veya içmesi için zorlarsan o çocuk o gıdayı bir daha tüketmeyebiliyor. O yüzden çocukları serbest bırakmak, sıkmamak, o gıdayı farklı tarif ve formlarda denemelerini sağlayarak onlara sevdirmek lazım. Hele ki konu beslenme için olmazsa olmazlardan süt ise….
Arkadaşımla sohbet ettiğimizde çekinerek ambalajlı sütleri pek kullanmak istemediğini söyledi. Nedenini sorduğumda ise besin değerinindüşük olduğunu duyduğunu ama bunu da araştırmadığını, tamamen kendi fikri olduğunu söyledi. Hızlıca bir google’layarak onunla birkaç araştırmayı paylaştım. Çıkan sonuçlar,onu şaşırttığı kadar beni de şaşırttı. Zira bilmediğim bir sürü şey öğrendim. Bu vesileyle arkadaşıma da teşekkür ederim yeni şeyler öğrenmemi sağladığı için.
Araştırmam sonucunda edindiğim bilgileri kısaca sizinle de paylaşmak istedim. Süt özelikle 1-4 yaş döneminde zihinsel gelişime katkı sağlıyor. Çocukluk ve ergenlik döneminde güçlü kemik ve diş oluşumunu sağlıyor. Sonraki dönemlerde yani gebelik ve emzirme dönemlerinde bebeğin sağlıklı gelişimi için gerekli vitamin ve minerallerin vücuda alınmasına ve bebeğin kemik gelişimine yardımcı oluyor.
Hamilelik dönemlerinde annelerin çoğunda yaşanan kemik ve diş problemlerinin oluşumunu önlüyor. Yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerinde ise yaşanması olası olan kemik problemlerinin önüne geçilmesinde etkili rol oynuyor. Vücudun ihtiyaç duyduğu protein, kalsiyum, fosfor, B2 vitamini gibi birçok besin öğesini de içinde barındıran süt sağlıklı ve kaliteli yaşamın anahtarı diyebiliriz. Eğer siz de yaşamınızı daha kaliteli sürdürmek, olası sağlık problemlerinin önüne geçmek istiyorsanız her gün az 2 bardak süt ve 1 porsiyon süt ürünü tüketmenizi öneririm. Uzmanlar yetişkin ve yaşlıların da ortalama 2 bardak süt içmelerini öneriyorlar. Hal böyle olunca aslında sütün günlük beslenmemizde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz.
Ambalajlı Sütler Nasıl üretiliyor?
Ambalajlı sütler, ısıl İşlem Görmüş İçme Sütleri Tebliği’ne uygun ısıl işlem geçirerek ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından onaylanan tesislerde üretiliyor.
Isıl işlem, dünya çapında tüm sütlere uygulanan bir yöntemmiş meğer. Bu işlemin amacı, sütün besleyiciliğinden ve içeriğindeki vitaminlerinden de herhangi bir kayba uğramadan, insanlarda ciddi hastalık riski oluşturabilecek etkenlerin tamamen uzaklaştırılmasıymış. mış.
Bu arada aranızda çiğ süt kullanan varsa diye çok ama çok önemli bir bilgi eklemek istiyorum. Çiğ olarak tüketime sunulan açıkta satılan sütler biliyorsunuz sokakta, dükkan önlerinde, mağaza kapılarında filan satılıyor. E tabii soğuk zincir de hak getire! Bu sütlerde soğuk zincir sağlanamadığından, tüketiciye ulaşana kadar geçen taşıma sürecinde toplam bakteri yükü artıyor. Bu zararlı mikroorganizmaların uzaklaştırılması amacıyla evlerde kontrolsüz bir şekilde uzun süre kaynatılıyor ve bu yüzden vitamin-mineral kayıpları ambalajlı sütlere göre daha fazla oluyor.
Özetlemek gerekirse; kendi sağlığınız ve çocuğunuzun sağlığı için her yerden süt almayın, çiğ süt almayın, denetimden geçmeyen sütü doğal sözüne kanıp eve sokmayın. Çocuklarınızı da onu sevmiyor, bunu sevmiyor diye şartlandırmayın. Sadece neyi nasıl sunacağınızı bilin ve çocuğunuza, yeni şeyler denemesi ve sevmesi için her zaman şans verin. Çocuğunuza sütü sevdirecek bir tarifle bu yazımı sonlandırıyorum
Şimdiden hepinize afiyet olsun.
Çilekli& muzlu Smootie Tarifi:
• 10 adet çilek,
• Yarım olgunlaşmış muz
• 1/2 bardak kutu süt,
• 2 küp buz.
• Çocuklar için hazırlıyorsanız 1 tatlı kaşığı bal
Yukarıdaki karışımı 1 dakika blender’dan geçirin ve şahane bir yaz içeceğiniz hazır!
Bir boomads advertorial içeriğidir.
25 Şubat 2020 Salı
Anksiyete Sen Mi Büyüksün Ben Mi?
20 Şubat 2020 Perşembe
Anksiyete Buna İzin Vermez
29 veya 30 Eylül'dü, büyük dayımla birlikte, kardeşimin kız arkadaşı Milano’nun ailesiyle tanışmaya gittik.
5 Ekim Cumartesi, Parisle Filmekimi
Frankie diye bir filme gittik. Kötü değildi ama çok boştu sanki. Sonra Ara Cafe’ye gidip kahve sigara yaptık. Sonra da İstanbul’a geçtim. Güzel ve sakin bir başlangıçtı..
6 Ekim Pazar, Annemle Alışveriş
Kuzenim Barcelona, Almanya'da evlendi ama İstanbul’da düğün yapılacaktı. Düğün 19 Ekim'de olmasına rağmen hala elbisem yoktu. Bütün gün anneme ve bana elbise baktık. Sonunda karar verebildik ve birer tane elbise aldık. Bir haftasonu böyle bitti.
9 Ekim Çarşamba, Kardeşimin Ruhsat Töreni
Kardeşim de avukat olduu! Ve ruhsat töreni tabi ki o kadar gün arasında Ekim ayının ortasına denk geldi. Ama olsun, çok güzeldi. Cübbesini avukat ablası olarak ben giydirdim. ♡
10 Ekim Perşembe, İzmir’de duruşma
Çok yorgun değilmişim gibi bir de günübirlik İzmir duruşmasına gittim geldim. Gitmişken de Kordon sahilde biraz hava aldım. Ama Kordon sahili pek sevmedim ya. Ayrıca da İzmir’i sevsem de nesini büyüttüklerini hiç anlamadım. Tatil yerleri güzel ama şehir içi baya kötü. Trafiği İstanbul gibi, insanları daha kaba. Sürücüler asla birbirlerine yol vermiyor, asla sinyal vermiyorlar. Yol vermeleri gereken her seferde sinirleniyorlar. Ara sokakları falan da pis, ayrıca hiiiç park yeri yok.
12 Ekim Cumartesi, Prag’la Kilyos
Hem biraz ara vermiş olalım, hava alalım, hem de fotoğraf çekelim dedik. Atladık arabaya Kilyos'a gittik.
13 Ekim Pazar, Kız İsteme
Milano’yu istemeye gittik. Yemek, sohbet, tuzlu kahve derken o gün de öylece geçti. Ben kardeşimin evleniyor olduğunu çok idrak edemedim.
16 Ekim Çarşamba, Santral Açılışı
Benim çalıştığım şirket enerji şirketi. Türkiye'nin tek seferde en çok elektrik üreten santralinin açılışı, tabi ki Ekim ayına denk gelmeliydi. Sabah 4’te kalkıp havaalanına gittik, sonra İzmir’e. Oradan da Manisa’ya. Önce açılış, kurdele kesimi, santral gezisi. Sonra İzmir’e dönüş, otele yerleşip akşamki parti için hazırlanma aşaması ve rakılı yemekli parti. Dans fotoğraf derken gece oldu. Hep birlikte çıktık bu sefer de otele 5 dk mesafedeki Alsancak sahile gittik. Yattığımda saat sabah 4'e geliyordu..
17 Ekim Perşembe, Arabuluculuk ve Kına (ne?)
Bir süredir tebliğ edilmesini beklediğimiz arabuluculuk görüşmesi Ekim ayının ortasına denk geldi tabi ki. Hem de Manisa’da. Sabahın köründe toplu kahvaltı, sonra da havaalanına yani İstanbul’a dönüş vardı ama ben İzmir havaalanından araba kiralayıp Manisa’ya geçtim. İlk defa araba kullanırken yol asla bitmedi ve ben çok sıkıldım. Uçaktan 3 saat önce havaalanındaydım ve daha erken saattekilerde hiç yer yoktu. Akşam Barcelona’nın kınası vardı ama yetişemedim. Belki sonuna yetişirdim ama yorgunluktan ve uykusuzluktan öldüğümden doğrudan İstanbul’a (sevgilime) geçtim. :)). O kadar çok şehir saydım ki sevgilim diye belirtmesem anlaşılmayacaktı muhtemelen.
19 Ekim Cumartesi, Barcelona & Moscow Düğün
Bizim Rus damada da isim vereyim dedim sonra tekrar bahsi geçebilir çünkü. Düğüne yakınlarımız geldi sadece 80 kişi falandık. İstanbul gelmedi çünkü dayımlarla daha tanıştırmamıştım. . Ama o kadar eğlendim ki... Asla bir düğünde o kadar eğleneceğimi düşünmezdim çünkü düğünleri falan hiç sevmem. Ama resmen sahneden inmedim. Barcelona’nın ablası olan kuzenim Sidney ile resmen sahneden inmedik, millet oturdu bizi izliyor o derece dans ettik. Erik dalı ve halay, Alman-Rus pop kombinasyonu ile baya değişik ve eğlenceli bir akşamdı. Ertesi gün kulaklarım hala kısmen tıkalıydı.
25 Ekim Cuma, İstanbul’un Dayımlarla Tanışması
O kadar yıldır birlikteyiz ama İstanbul’u dayımlarla tanıştırmamıştım. Evlenmediğimiz sürece gerek yok diye düşünüyordum. Dayımlarla tanışması normal bir ailede babayla tanışması gibi düşünün işte. Beklediğimden çok daha güzel geçti aslında. Dayımlar baya sevdi, İstanbul'un mizah yeteneği sağ olsun dayımları bile güldürdü. Arada neden daha önce tanıştırmadığıma ve ne zaman söz keseceğimize dair imalar döndü ama çok takmadık. Sonuçta geceyi başarılı bir şekilde atlattık.
Ve anksiyete sahibi olan herkes çok iyi bilir ki.... ANKSİYETE BUNA İZİN VERMEZ.